Çarşamba, Ocak 21

Burada oturup sabaha kadar günlerce, hayır gecelerce yazabilirim.

Ben size burada parça parça bütün bir hayatı anlatıyorum. Parçaladığım bir hayatı, parçaladığım hayatları.

Benim için ondan öncesi ve sonrası, onlar için benden öncesi ve sonrası diye parçalanan onlarca hayat. Yakılmış yıkılmış, intihara bulaşmış, kana batmış, küfürlerle dolu, bağır çağır hayatlar. Kimseye anlatacak iyi bir şeyim yok. Beni şarkılarımın adamlarına sorarsanız size söyleyebilecek iyi bir şeyler bulabilirler mi bilmiyorum. Bazen en ucuz tesellilere avuç açıyorum.

Katil değilim çünkü öldürmüyorum. Kapanmayan yaralarıma yenilerini eklerken sizleri kanatıyorum. Acımasızım çünkü öldürmeyecek kadar yaralayıp arkamı dönüyorum.

Çaresiz kalışıma ortak arıyorum. Olay yerindeki yaralıların çaresizliğiyle besleniyorum. Sabretmek budalalık, iyiniyet ikiyüzlülük, kötülük dürüstlük ve ben gelmiş geçmiş en iyi kötüyüm.
Hayatınızın bir döneminde bir adam sizi çok sevdiyse ve siz o sevginin nasıl büyük, nasıl derin, nasıl kutsal olduğunun farkına varamadıysanız, lanetleniyorsunuz. O adamın sizi kaybettiğini anladığında ülkeyi terk edecek kadar güçlü sevgisi sizi bir ömür lanetliyor.

Bu lanetten kurtulmanın yollarını aradıkça daha da dibe batıyorsunuz. O'nun gibi sevecek diye sarıldığınız her el için için tüketiyor sizi. Önce beni onun gibi onun kadar sevecek biri daha olsun diye dua ediyorsunuz. Öyle bir sevgiyi ondan başkasında bulamayacağınızı anladığınızda bütün o yabancı sevişmelerin arasında Tanrı'ya onun geri dönmesi için yalvarıyorsunuz.

Artık her şey için çok geç olduğunda, yani yaşınız otuz ve siz onu kaybedeli yedi yıl olduğunda, tek duanız "Tanrım beni ve benimle beraber onu da öldür..." oluyor...
vicdan azabı mı öfke mi? hiç uyumadan vicdan azabıyla sabahı edip sana mı koşmalıyım yoksa uyuyup öfkeyle mi uyanmalıyım?
bana acılarını anlat dedi. en çok nerenden sızlıyorsun?

peki dedim. hani sen kör doğmuşsun ve renk nedir bilmiyorsun. işte ben sana sarı'yı anlatayım. kırmızıdan turuncu çıkarsa sarı kalır.
ne yani siz hep evin uslu kızı mı oldunuz? tertemiz ve düzenli miydi hayatınız, odanız gibi. hiç mi dağılmadı hayatınız odanızla birlikte? sehpaları devirmediniz, bardakları tabakları kırmadınız mı?

en öfkeli küfürleri en sevdiklerinizin yüzüne karşı savurmadınız mı?


Belki de fazla masumsun ve ne yapsam sana kötülüğü yakıştıramıyorum.

Sanığı mahkum etmek için yanıp tutuşan ama neyle suçlayacağını bile bilmeyen savcı gibiyim. Aleyhine topladığım bütün delillerim yüzündeki çocukta çürüyor. Sonunda beraat edeceğin bir davanın tutuklususun ve ben aslında kendimi yargılıyorum. Sanki sanığın beraatine karar versem bütün bir hayat, hayaller, umutlar, omzunda ağlama özgürlüğü, sarılıp uyumalar ellerimin arasından kayıp gidecek. Şablon cümlelerle mahkum ediyorum seni ve dava bittiğinde kim kime mahkum ediliyor, kim kime tutsak, her şey birbirine giriyor.

Ezcümle, Ne seni öldürebildim, ne kendimi tahliye edebildim.
Artık adım gibi biliyorum, ve adam gibi... Bu ilişki bizi öldürecek; ölmeden rahat yok ikimize de... Aynı peçete üzerinde önce senin sonra benim gözyaşlarım, eninde sonunda bu evde kimsesiz kalışlarım, kendimle kavgama muhatap arayışlarım, aynı aşk üzerinde önce benim sonra senin yalnızlığın...

Karşında durmuş ağlayan bir erkeğin aczinden ne anlam çıkaracağını bilememe hali gibisi yok. Çaresizlik, öfke, merhamet, sarılmakla kovmak, intikamın hazzıyla anneliğin şefkati...

Ağlayan bir erkek henüz ölmemiş bir kadına verilecek en büyük ceza. Sanırım Tanrı, bizi erkeklerin kaburgasından yaratırken bunu hesaba katmamış, ya da bu Tanrı'nın gizli silahı! ve bir kez daha gülünç duruma düştük saygıdeğer Tanrı nezdinde...

Salı, Ocak 20

bir yanılsamaydı muhakkak kendini gördüğü yer. mutluydu yine de olmak istediği şey olamamanın acısını yaşamaktan. uykudan uyandırır gibi çekip aldılar onu hayallerinin içinden, iyilik yapıyoruz nidalarıyla. ağlamayı unuttuğunu fark etti önce, sonra saçlarının uzamasını beklemekten vazgeçtiğini fark etti ve o an irkildi. başını sağa çevirip gözlerini örten saçlarına dokununca aylardır aynı boyda olduklarını anladı ve irkildi. hani saçlarının uzamasını bekleyen kızın hikayesini yazacaktın dedi bir ses saçlarının arasından. cevap veremedi. görünür olmuştu ve buna kendisi izin vermişti. bir gece kendine ihanet etmiş, iyilik yapanların uzattıkları eli tutmuş ve bile isteye görünür olmuştu. o günden sonra yanılsamalarını arkasında bırakıp başka yanılgılara gömüldü. şimdi pişmalıkla hangi yanılsamanın kendi gerçekliği olduğunu anlamaya çalışıyor, kaybolmak için müthiş bir mücadele veriyor ama bir türlü yeniden görünmez olamıyordu.

sokağın sesiyle kafasının içindeki sesler karışıyordu; seni iyileştireceğiz, seni iyileştireceğiz, seni iyileştireceğiz, seni iyileştirecek...