Kitabı aldım, üç sayfa okudum ve bir kenara bırakıp yazmaya başladım.
Hayır!
O çok sevdiğim telefonumla biraz işim vardı. Yüzyıldır beklediğim telefon, bu gece geldi. Ağustos sıcağında, Kadıköy'den esen bir rüzgar gibi. Sonrası olmayabilir, olmayacakmış gibi zaten, sabahı görmeyebilir, görmeyecek gibi zaten, ama geldi işte.
Son yıllarda yeni bir alışkanlık edindim; üç ayda bir yeniliyorum hayatımı. İnsanları değiştiriyorum, işimi değiştiriyorum, hayallerimi değiştiriyorum, heveslerimi, heyecanlarımı değiştiriyorum. Çok eğleniyorum. Çünkü başkalarına kendimi anlatmak zorunda kalmıyorum. Her yeni insanla birlikte ben de kendimi yeniden tanımaya başlıyorum. Tam alışacağım, tam tamamen tanıdım bu yeni Deniz'i diyeceğim anda yeniden değişiyorum. Bütün o insanların kalıcı olmaya heves ettikleri anda ben değişiyorum ve gidiyorum.
İlk gördüğümde 16 yaşımdaydım. Felsefe denilince akan suların durduğu yıllarım; üstelik o felsefe öğretmeni! İçinizden onu tanıyanlar var hatta belki benim gibi unutamayanlar. Her dersinden önce tahtaya şiirler yazdığım o adam. Tahtayı boş gördüğünde soran gözlerle yüzüme bakan o adam. Yazdığım şiiri ezbere bildiğini gözlerime bakarak okumasından anladığım o adam.
Tam acı vermeye başlayacakları anda, onları oldukları yerde bırakıp, yeni insanlarla gülmeye başlıyorum. Kendimi insanlardan başka türlü koruyamıyorum ve kendimi yeniden yeniden keşfederken çok eğleniyorum. Böylece anı biriktirmek zorunda da kalmıyorum. Çünkü herkes olduğu yerde, onları bulduğum yerde, bulduğum halleriyle kalıyor. Anıları ellerine tutuşturup, hoşça kalın bile demeden gidiyorum. Hayır, acımasız değilim, kötü de değilim. Çünkü kimseyi üzmüyorum, kimseyi kandırmıyorum. Hepsi benim eninde sonunda kaybolacağımı biliyor.
Bir yolda yürüsek, karanlık bir yolda ve o yolda tehlikeler olsa, ben senin bir adım önüne geçerim. Biraz daha karanlık olsa ve başka tehlikeler olsa ben iki adım önüne geçerim. Sen öylece dururken karşımda, senin bu güzelliğine karşı eylemsiz kalıyorum, çünkü ne yapsam da aynı güzellikle sana karşılık versem, bilemiyorum ve çaresiz kalıyorum.
Küçük bir oyun benimkisi, kocaman bir oyun olan hayatın içinde. Abartmanıza, kızmanıza, sitem etmenize, hatta beni itham etmenize değmeyecek kadar küçük bir oyun. Tahammül oyunu. Evet, adı bu: Tahammül Oyunu. Kanser hastasının morfini gibi, bipoların antidepresanları, faranjitin antibiyotikleri gibi. Oysa ben antitez olmaktan yoruldum. Sadece tahammüle ihtiyacım var ve kendime yeni bir sihirli kelime buldum.
Hiçkimseye bir şey anlatmak zorunda değiliz, kimseye hesap vermemiz gerekmiyor. Geç kalmak yoktur. Yaşa geç kalınmaz, işe geç kalınmaz, kültüre geç kalınmaz. Doğru zaman duyguların karşılaştığı zamandır. Aşk gerçekleşmiş tesadüftür.
Hani bir film olsa, oynadığım oyuna bir senaryo yazılsa sizler sinemalarda izlemek için para verip bilet alırsınız. Tam da izlemek istediğiniz o filmi yaşama fırsatı veriyorum size. Algılayabilenleriniz şanslı, diğerleri için alt yazı yok maalesef.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder