Çarşamba, Temmuz 10

Yazmaya Değer



bugünü yazmak gerekiyordu, bunca zaman sonra yazmaya değecek sözler ve an'larla doluydu bugün.


yıllar önce yüksek duvarların, nöbet kulelerinin, üniformaların ayırdığı iki insanın arasındaydım, biri sağımda biri solumda. yan yanaymışçasına derin, samimi ve neşeli sohbetlerimiz oluyordu. ben, bir ve iki nolu arasında gidip gelirken bir sonraki notta yazanı tahmin etme oyunu oynuyordum kendi kendime.


bugün zamana meydan okuduk, belki yedi yıl, belki daha fazla geçti o günlerin üzerinden, ve biz hâlâ aynı derinlik ve samimiyetteydik ve üstelik neş'emizden de bir şey kaybetmemiştik. ve ben buluşturdum yine ve bir kez daha onları. ve ben yine kendimi bir şey zannediyorum. olsun. onlarla olmak değerli, anlam yüklemeksizin.


ama işte...

bu kez araya yollar girmişti. bir türlü yan yana göz göze olamıyorduk. hadi ben neyse de onları mimikleriyle, birbirlerine tebessüm ederken, sadece gözleriyle anlaşırken görmeyi çok isterdim. belki zamana meydan okuma fırsatı veren hayat yolları alt etmemiz için de anlayış gösterir.


bugün artık hiçbir şeyin önemi yok. paranın parasızlığın, sahip olmanın kaybetmenin, unvanların sıfatların, tüm edilen o kavgaların barışmaların, ayrılıkların ve öpüşmelerin.


bugün sokaklarda kilometrelerce yürünebilinir. bugün sabahlara kadar konuşulabilir. bugün kahkahalar atılır, bugün kederlenilir, isyan edilir, bütün o güzelliklerin şerefine içilir.


bugünün duygusu aşkın üstünde. bugün bütün anksiyeteler üst üste. bugün baş etme günü.






Pazartesi, Şubat 13

Hepinizin uyumasını bekledim, yeniden yazmak için. gerçek bir uyku, varlıktan yokluğa geçiş, derin ve sessiz. Unutmaya eş değer.

Uyuyalı çok oldu. Uzun zamandır sessiziz, ben de evet, sizin kadar üstelik. Konuşmaktan vazgeçtim. Siz uyuduktan biraz sonra ben de sustum. Oysa kendimi duvarlara vura vura, iki kış geçirdim. İki kış, yağmurun ve karın altında, sokaklarda. Hiç konuşmadan, sadece anlatarak. Hiçbiriniz bilmezsiniz, çünkü siz uyuyordunuz, uyumanızı beklemiştim. Bu gece olduğu gibi, iki yıl önce de. Onun arkasından sokaklarda nefesim tükenmiş halde koşarken her şeyi anlattım aslında. Kapıları kilitli camilerin bahçelerinde soluklanıp, çoraplarım parçalanana kadar koştum arkasından. Uyanmayın diye bağırmadım, dur diyemedim. Çünkü uyanırsanız mutsuz olacaktınız. Ve benim mutsuzluğum bütün geceye yetiyordu, fazlası fazlaydı. Yağmur yağıyordu, bazen de kar ve o benim ağladığımı fark etmiyordu.

Hayır, her şeyi bu gece anlatmayacağım. Bölünmesin uykunuz, mutsuz olmayın diye. Hem de erken diye veda etmek için. Yorgunum bir de, hatırlamanın yorgunluğu. Ne çok şeyi unuttum yorgunluğu. Unutmak yorgunluktur, biliyorsunuz değil mi? Evet, biliyorsunuz, o yüzden uyuyorsunuz. Bütün gün bir sürü şeyi unutmak için çabalıyorsunuz ve yorgun düşüyorsunuz. Hatırlamak zamanı benim için, yeniden unutmak için hatırlamak.

Unutmam gereken çok şey var, sevgilim, içinde seninle birlikte.Önce hatırlayacağız ve sonra diğerleriyle birlikte unutacağız. Unutmaktan korkuyorum çünkü unutmak yalnızlık demek benim için, yeniden tek başımalığıma dönüyorum. Gittiğin yerde seni yalnız bırakarak...

Buraya unutmak gelecek. Şimdilik HOŞÇA KAL...

Çarşamba, Eylül 2

hayranlıktan daha tehlikeli bir şey yoktur. bunu biliyorum ve sabrediyorum. seni seviyorum ve sabrediyorum. bir motorun üzerinde seyehat etmekten daha keyiflisi yok. rüzgarı alabildiğine hissediyorsun. o an bütün hislerini, acılarını, teorilerini ve kahrolası hayallerini unutuyorsun. sadece sen ve rüzgar ve belki ölme olasılığı...

sen beni sevmesen ne çıkar, ben seni sevdikten sonra. ben mesela, şu an on parmak klavye kullanabildiğimi ama kafam hafif çakır olduğu için imla hataları yaptığımı fark ettim ama sen uyuyorsun. galiba söylenmesi gereken bütün o güzel sözleri, bütün o büyük şairlerden önce ben söyledim. seni sevmeme izin ver dedim, eğer seni sevmeme izin verseydin dedim ve daha bir sürü şey söyledim.

ama ölemedim. ne kadar zavallı ve acizim, ölmeyi bilebilmiyorum. bir zavallı gibi anlamını sorguladığım ve bulamadığım bu hayatı yaşamaya devam ediyorum.

sen hiç şuursuzca yazdın mı? sen hiç kendini özgür bıraktın mı? hayır yani sen kimsin?! var oluşunu kaç kere sorguladın? individualizmden haberin var mı mesela ya da kuantum?

işte benim kendimi zincirlerimden kurtarma yöntemim. sen telefonunun sesini kısıp uyuduğunda, ben seni aşağılamaya başlar ve kendimi senden soğuturum. çünkü başka kurtuluşum yok. zorlanmayı, düşünmeye sevk edilmeyi her insan sever, ya da en azından felsefeye kenarından köşesinden bulaşmış her insan. ama herkesin de bir sınırı vardır. birini yazmak, birine yazmak için o insanın ölmüş olması gerekir. ve sanırım bu gece sen benim için öldün. oysa ben senin yaşamanı senden çok kendim için istiyordum. hayata tutunabilmek için bir sebebim olsun diye. ama sanırım yine hata yaptım uslanmaz bir tedirginim ben Garip, hiç uslanmayacağım...
sen yaşadıkça ben yaşayacaktım, ama yine dayanamadım ve konuştum, susmayı beceremeyenlerdenim, evet biliyorum. sen bu gece öldün ve ben de bir kez daha...

olsun, bu ilk değil nasılsa. alışmak sevmekten daha zor geliyor ve ben seni sadece seviyordum, sana alışmak için yeterince zamanım olmadığı için şanslı sayılırım.

Cuma, Ağustos 21

Tahammül Oyunu

Kitabı aldım, üç sayfa okudum ve bir kenara bırakıp yazmaya başladım.

Hayır!

O çok sevdiğim telefonumla biraz işim vardı. Yüzyıldır beklediğim telefon, bu gece geldi. Ağustos sıcağında, Kadıköy'den esen bir rüzgar gibi. Sonrası olmayabilir, olmayacakmış gibi zaten, sabahı görmeyebilir, görmeyecek gibi zaten, ama geldi işte.

Son yıllarda yeni bir alışkanlık edindim; üç ayda bir     yeniliyorum hayatımı. İnsanları değiştiriyorum, işimi değiştiriyorum, hayallerimi değiştiriyorum, heveslerimi, heyecanlarımı değiştiriyorum. Çok eğleniyorum. Çünkü başkalarına kendimi anlatmak zorunda kalmıyorum. Her yeni insanla birlikte ben de kendimi yeniden tanımaya başlıyorum. Tam alışacağım, tam tamamen tanıdım bu yeni Deniz'i diyeceğim anda yeniden değişiyorum. Bütün o insanların kalıcı olmaya heves ettikleri anda ben değişiyorum ve gidiyorum.

İlk gördüğümde 16 yaşımdaydım. Felsefe denilince akan suların durduğu yıllarım; üstelik o felsefe öğretmeni! İçinizden onu tanıyanlar var hatta belki benim gibi unutamayanlar. Her dersinden önce tahtaya şiirler yazdığım o adam. Tahtayı boş gördüğünde soran gözlerle yüzüme bakan o adam. Yazdığım şiiri ezbere bildiğini gözlerime bakarak okumasından anladığım o adam.

Tam acı vermeye başlayacakları anda, onları oldukları yerde bırakıp, yeni insanlarla gülmeye başlıyorum. Kendimi insanlardan başka türlü koruyamıyorum ve kendimi yeniden yeniden keşfederken çok eğleniyorum. Böylece anı biriktirmek zorunda da kalmıyorum. Çünkü herkes olduğu yerde, onları bulduğum yerde, bulduğum halleriyle kalıyor. Anıları ellerine tutuşturup, hoşça kalın bile demeden gidiyorum. Hayır, acımasız değilim, kötü de değilim. Çünkü kimseyi üzmüyorum, kimseyi kandırmıyorum. Hepsi benim eninde sonunda kaybolacağımı biliyor.

Bir yolda yürüsek, karanlık bir yolda ve o yolda tehlikeler olsa, ben senin bir adım önüne geçerim. Biraz daha karanlık olsa ve başka tehlikeler olsa ben iki adım önüne geçerim. Sen öylece dururken karşımda, senin bu güzelliğine karşı eylemsiz kalıyorum, çünkü ne yapsam da aynı güzellikle sana karşılık versem, bilemiyorum ve çaresiz kalıyorum.

Küçük bir oyun benimkisi, kocaman bir oyun olan hayatın içinde. Abartmanıza, kızmanıza, sitem etmenize, hatta beni itham etmenize değmeyecek kadar küçük bir oyun. Tahammül oyunu. Evet, adı bu: Tahammül Oyunu. Kanser hastasının morfini gibi, bipoların antidepresanları, faranjitin antibiyotikleri gibi. Oysa ben antitez olmaktan yoruldum. Sadece tahammüle ihtiyacım var ve kendime yeni bir sihirli kelime buldum.

Hiçkimseye bir şey anlatmak zorunda değiliz, kimseye hesap vermemiz gerekmiyor. Geç kalmak yoktur. Yaşa geç kalınmaz, işe geç kalınmaz, kültüre geç kalınmaz. Doğru zaman duyguların karşılaştığı zamandır. Aşk gerçekleşmiş tesadüftür.

Hani bir film olsa, oynadığım oyuna bir senaryo yazılsa sizler sinemalarda izlemek için para verip bilet alırsınız. Tam da izlemek istediğiniz o filmi yaşama fırsatı veriyorum size. Algılayabilenleriniz şanslı, diğerleri için alt yazı yok maalesef.
 

Çarşamba, Şubat 18

sen benin aklımdaydın ve ben başkalarının aklında ve senin aklında başkaları.

bütün o güzel kokuları üzerime alınıyordum.

Çarşamba, Ocak 21

Burada oturup sabaha kadar günlerce, hayır gecelerce yazabilirim.

Ben size burada parça parça bütün bir hayatı anlatıyorum. Parçaladığım bir hayatı, parçaladığım hayatları.

Benim için ondan öncesi ve sonrası, onlar için benden öncesi ve sonrası diye parçalanan onlarca hayat. Yakılmış yıkılmış, intihara bulaşmış, kana batmış, küfürlerle dolu, bağır çağır hayatlar. Kimseye anlatacak iyi bir şeyim yok. Beni şarkılarımın adamlarına sorarsanız size söyleyebilecek iyi bir şeyler bulabilirler mi bilmiyorum. Bazen en ucuz tesellilere avuç açıyorum.

Katil değilim çünkü öldürmüyorum. Kapanmayan yaralarıma yenilerini eklerken sizleri kanatıyorum. Acımasızım çünkü öldürmeyecek kadar yaralayıp arkamı dönüyorum.

Çaresiz kalışıma ortak arıyorum. Olay yerindeki yaralıların çaresizliğiyle besleniyorum. Sabretmek budalalık, iyiniyet ikiyüzlülük, kötülük dürüstlük ve ben gelmiş geçmiş en iyi kötüyüm.