Perşembe, Ocak 12

Kandıra Günlüğü-11.01.2012

Bir f tip hikâyesi anlatacağım size. Aslında bir’den fazla hikâye anlatacağım. Hasta bir tutsağın tedavi edilmeyişi değil bu hikâye. F tipine “kabul” esnasında yaşanan çırılçıplak soyup arama rezaletinden de bahsetmeyeceğim burada. F tiplerinde bunlara benzer sıkıntılar çokça yaşanıyor, bu konular çokça yazılıyor zaten. Sakın bu ifadelerimden bu konuları küçümsediğim, basite aldığım anlaşılmasın. Ben bu yazımda daha küçük, belki daha önemsiz, kişisel ve ayrıntı olarak kabul edilebilecek ama beni hüzünlendiren hikâyelerden bahsedeceğim.

Bir süredir sık sık gider oldum cezaevlerine, özellikle f tipi cezaevleri beni daha çok sarsıyor. Oradan utanarak çıkıyorum her defasında. Onları arkamda bırakmanın utancını yaşıyorum, oysa orayı onlara layık görenlerin utanması gerekir, biliyorum. Benim dostlarımı, sevdiklerimi, müvekkilim de olsa her şeyden önce arkadaşım olanları oraya layık görenler kendileri nereye layık, biliyorsunuz.

Bugün Kandıra 1 ve 2 No’lu F Tipi Cezaevindeki müvekkillerimi, aslında dostlarımı ziyaret ettim. Şimdi biraz onların anlattıklarını paylaşayım sizlerle.

Malum, cezaevlerinde binlerce tutsak var ve benim bir günde yaklaşık 20 dostumu görmem gerekiyor. Zamanımız kısıtlı. Sabah 6’da başlayan şehirlerarası yolculuğumuz 4 saat sürüyor ve gece 10 gibi dönüyoruz evlerimize. Hal böyle olunca kısacık zamanlara sıkıştırıyoruz sohbetlerimizi.  İşte bu yüzden müvekkillerimin birinden özür diledim, daha fazla kalıp, uzun uzun sohbet edemediğim için. Aldığım cevap şu oldu; “O odadan çıkıp, bu koridoru yürümek bile bana yeter, geldiğin için sağ ol…” günlerdir “oda”sını paylaştığı 3 arkadaşından başka kimseyi görmemişti. Yasal düzenleme aksi yönde olmasına rağmen haftalık sohbetlere çıkma hakkından cezaevine kabullerinden itibaren 30 günü doldurduktan sonra faydalanabiliyorlar. 30 gün tecritteler yani. Şimdi haklı olarak soracaksınız, f tipi başlı başına tecrit değil mi diye. Haklısınız, gelin görün ki tecritin tecritini yaşatıyorlar tutsaklara. Haftalık 10 saat olan sohbet haklarını haftada 2,5 saat olarak kullandırıyorlar ve toplamda 1 ay içinde 7,5 saat görüşme yapabiliyorlar diğer tutsaklarla. Bu süreler de üst araması gibi çeşitli bahanelerle kısaltılmaya çalışılıyor. İşte durum böyle olunca, hücrenin kapısının açılması bile mucize oluyor onlar için ve kendilerinin de ifade ettiği gibi, koridora çıkmak, gökyüzüne bakmakla eşdeğer oluveriyor.

Bir diğer arkadaşım görüşmemizin sonunda vedalaşırken, “Benim için gözünün görebildiği en uzak noktaya bak dışarı çıktığında” dedi. Bizim burada görebildiklerimiz birkaç metre sonra bir duvarla sınırlı dedi. Uzaklara bakmayı istemek/özlemek hiçbirimizin aklına gelmiyor değil mi?!

Yine bugün görüştüğüm arkadaşlarımdan üçü aynı odayı paylaşıyorlarmış, tesadüf bu ya! Odanın kapısının bir günde 3 defa açılmasına ne kadar sevinmişlerdi, anlatmak ve anlamak imkânsız. Sanırım en kötüsü de bu, ne kadar konuşursak konuşalım f tipleri üzerine, ne kadar yazarsak yazalım, onları ve orayı anlatamayacağız ve anlayamayacağız. Akşam olup o yolları kat edip evimize geldiğimizde içimize oturan bir keder ve boğazımızdan geçmeyen lokmalar olacak elimizde kalan.

Diyelim ki benim dostlarım duygusallar, ama 15 gün içinde 2 şiir yazmış içlerinden biri. Duygularına kurban olduğum dostum… Duvarlar arasından sözler gönderecek bize yakın zamanda.

Peki ya aynı odayı paylaşan iki arkadaşın birbirleriyle geçirdikleri zamanı hesaplamayı denediniz mi hiç? Bugün bir müvekkilim, dostum, hesapladı benim için. 3 yıldır aynı odayı paylaşan iki tutsağın birlikte geçirdiği zaman, 30 yıldır evli olan bir çiftin birlikte geçirdiği zamana eşit. Saatleri günleri hesaplamadım, çarpıp bölmedim. O diyorsa doğrudur dedim. Neden mi? Çünkü dedi ki biz bir bakışımızla ne demek istediğimizi anlar hale geldik… Bunun nesi mi kötü? Kendisi açıkladı yine; f tipi böyle bir şeydir işte dedi. Kendinden bir tane daha yaratıyor aynı oda içerisinde. Sesler, bakışlar, davranışlar tanıdık, bildik, hatta aynı. 3 değil 5 de olsa aynı odayı paylaşanların sayısı, zaman ve mekân o kadar etkiliyor ki, aynı insan profili yaratılıyor oralarda. Çok değil bir iki ay sonra konuşacak konu bulmak güçleşiyor, kulaklar seslere yabancılaşıyor, hayat 8 metrekareden ibaret oluyor.

F tipi cezaevlerinin 5 yıldızlı otel olduğunu iddia edenlere gidip o odalarda bir hafta kalmalarını tavsiye ederim. Ben görüşme yaptığım kabinlere, eninde sonunda, hava karardığında çıkacağımı bildiğim halde katlanamıyorum, ama bunu dile getirmeye utanıyorum. Onlar oralarda aylar, yıllar geçiriyorlar ve içlerinden bazıları bir ömrü orada yaşamak zorunda. Yine de biz dışarda ömür tüketirken, onlar içerde yaşamı yeşertiyorlar. Her gittiğimde büyütülmek üzere filizler alıyorum onlardan ve her birini penceremin kenarına koyuyorum, “uzaklara bakıp” sulamak için. Onların yerine umutları gökyüzünü içlerine çeksin diye. Yazılan şiirleri, parlayan gözleri, Emirgan’da birlikte çay içmek için verilen sözleri en kıymetli hazinem gibi saklıyorum. Daracık odalarda ektiğiniz filizleri yüreğimde büyütüyorum. Arkamı dönüp çıkmıyorum, bedenimi dışarı taşırken, ruhumu ses olsun, ışık olsun diye sizlere bırakıyorum.

Sizleri Emirgan’da çay içmeye bekliyorum.


DENİZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder