içinden konuşup duruyordu. monolog derler buna. oysa bütün monologların bir muhatabı yok mudur?
uyumasına engel sayıklamalar vardı kafasının içinde. elini uzattı, başucunda duran bilgisayarın kapağını açtı. yazmak beni susturur dedi yine kendi kendine. şimdi asıl mesele az önce zihninin içinde dolanıp duran cümleleri olduğu gibi yazabilme becerisini göstermekti.
ne diyorduk, dedi. evet. başlayalım:
"gürültülü bir fabrikada 24 saat aralıksız mesai yapmış gibiyim. gürültülü fabrikanın gürültülü makinelerinin başında sırf düğmelere basmak için saatlerce ayakta durmak. gözümün önünde uçuşan koca koca makineler ve düğmeler var. hafif loş fabrikanın içinde sesi çıkmayan siluet insanlar dolaşıyor. her birine kaç makine düşüyor hesaplayamıyorum. gece vardiyası bitenler gidiyor yerlerine yenileri geliyor. oysa fabrikada sabah olmadı."
"işte böyle bir fabrika içinde 24 saat çalışmış olmanın yorgunluğuna benziyor yorgunluğum."
"dışarı çıkıyorum. hava karanlık, iyi ki de öyle. evime doğru yürüyorum. bugün ellerim her zamankinden fazla titriyor diye düşünüyorum. eve varıp merdivenleri çıkmaya başladığımda dizlerimin de titrediğini hissediyorum. sanki bacaklarım dizlerimin olduğu yerden ikiye katlanacakmış gibi. katlanıversem ortadan ikiye diyorum. uyusam kalsam merdivenlerin ortasında. ne mümkün! kulaklarımda makinelerin uğultusu..."
böyle yorgunum diyor yattığı yerden.
"bu yataktan hiç çıkmasam, o fabrikaya bir daha hiç gitmesem."
sabah uyanıp işe gidecek olmanın sıkıntısına benzer bir sıkıntı var içinde. oysa gidecek bir işinin olmadığını biliyor. kulaklarındaki uğultu ise makinelerin değil onun sesi. son bir cümle geçiyor aklından: "rica etsem biraz susar mısın?"
yazıp bilgisayarı sakince kapatıyor. ve bu kez susturup makineleri uyuyor. belki sabah hiç uyanmayacak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder