Çarşamba, Eylül 2
hayranlıktan daha tehlikeli bir şey yoktur. bunu biliyorum ve sabrediyorum. seni seviyorum ve sabrediyorum. bir motorun üzerinde seyehat etmekten daha keyiflisi yok. rüzgarı alabildiğine hissediyorsun. o an bütün hislerini, acılarını, teorilerini ve kahrolası hayallerini unutuyorsun. sadece sen ve rüzgar ve belki ölme olasılığı...
sen beni sevmesen ne çıkar, ben seni sevdikten sonra. ben mesela, şu an on parmak klavye kullanabildiğimi ama kafam hafif çakır olduğu için imla hataları yaptığımı fark ettim ama sen uyuyorsun. galiba söylenmesi gereken bütün o güzel sözleri, bütün o büyük şairlerden önce ben söyledim. seni sevmeme izin ver dedim, eğer seni sevmeme izin verseydin dedim ve daha bir sürü şey söyledim.
ama ölemedim. ne kadar zavallı ve acizim, ölmeyi bilebilmiyorum. bir zavallı gibi anlamını sorguladığım ve bulamadığım bu hayatı yaşamaya devam ediyorum.
sen hiç şuursuzca yazdın mı? sen hiç kendini özgür bıraktın mı? hayır yani sen kimsin?! var oluşunu kaç kere sorguladın? individualizmden haberin var mı mesela ya da kuantum?
işte benim kendimi zincirlerimden kurtarma yöntemim. sen telefonunun sesini kısıp uyuduğunda, ben seni aşağılamaya başlar ve kendimi senden soğuturum. çünkü başka kurtuluşum yok. zorlanmayı, düşünmeye sevk edilmeyi her insan sever, ya da en azından felsefeye kenarından köşesinden bulaşmış her insan. ama herkesin de bir sınırı vardır. birini yazmak, birine yazmak için o insanın ölmüş olması gerekir. ve sanırım bu gece sen benim için öldün. oysa ben senin yaşamanı senden çok kendim için istiyordum. hayata tutunabilmek için bir sebebim olsun diye. ama sanırım yine hata yaptım uslanmaz bir tedirginim ben Garip, hiç uslanmayacağım...
sen yaşadıkça ben yaşayacaktım, ama yine dayanamadım ve konuştum, susmayı beceremeyenlerdenim, evet biliyorum. sen bu gece öldün ve ben de bir kez daha...
olsun, bu ilk değil nasılsa. alışmak sevmekten daha zor geliyor ve ben seni sadece seviyordum, sana alışmak için yeterince zamanım olmadığı için şanslı sayılırım.
sen beni sevmesen ne çıkar, ben seni sevdikten sonra. ben mesela, şu an on parmak klavye kullanabildiğimi ama kafam hafif çakır olduğu için imla hataları yaptığımı fark ettim ama sen uyuyorsun. galiba söylenmesi gereken bütün o güzel sözleri, bütün o büyük şairlerden önce ben söyledim. seni sevmeme izin ver dedim, eğer seni sevmeme izin verseydin dedim ve daha bir sürü şey söyledim.
ama ölemedim. ne kadar zavallı ve acizim, ölmeyi bilebilmiyorum. bir zavallı gibi anlamını sorguladığım ve bulamadığım bu hayatı yaşamaya devam ediyorum.
sen hiç şuursuzca yazdın mı? sen hiç kendini özgür bıraktın mı? hayır yani sen kimsin?! var oluşunu kaç kere sorguladın? individualizmden haberin var mı mesela ya da kuantum?
işte benim kendimi zincirlerimden kurtarma yöntemim. sen telefonunun sesini kısıp uyuduğunda, ben seni aşağılamaya başlar ve kendimi senden soğuturum. çünkü başka kurtuluşum yok. zorlanmayı, düşünmeye sevk edilmeyi her insan sever, ya da en azından felsefeye kenarından köşesinden bulaşmış her insan. ama herkesin de bir sınırı vardır. birini yazmak, birine yazmak için o insanın ölmüş olması gerekir. ve sanırım bu gece sen benim için öldün. oysa ben senin yaşamanı senden çok kendim için istiyordum. hayata tutunabilmek için bir sebebim olsun diye. ama sanırım yine hata yaptım uslanmaz bir tedirginim ben Garip, hiç uslanmayacağım...
sen yaşadıkça ben yaşayacaktım, ama yine dayanamadım ve konuştum, susmayı beceremeyenlerdenim, evet biliyorum. sen bu gece öldün ve ben de bir kez daha...
olsun, bu ilk değil nasılsa. alışmak sevmekten daha zor geliyor ve ben seni sadece seviyordum, sana alışmak için yeterince zamanım olmadığı için şanslı sayılırım.
Cuma, Ağustos 21
Tahammül Oyunu
Kitabı aldım, üç sayfa okudum ve bir kenara bırakıp yazmaya başladım.
Hayır!
O çok sevdiğim telefonumla biraz işim vardı. Yüzyıldır beklediğim telefon, bu gece geldi. Ağustos sıcağında, Kadıköy'den esen bir rüzgar gibi. Sonrası olmayabilir, olmayacakmış gibi zaten, sabahı görmeyebilir, görmeyecek gibi zaten, ama geldi işte.
Son yıllarda yeni bir alışkanlık edindim; üç ayda bir yeniliyorum hayatımı. İnsanları değiştiriyorum, işimi değiştiriyorum, hayallerimi değiştiriyorum, heveslerimi, heyecanlarımı değiştiriyorum. Çok eğleniyorum. Çünkü başkalarına kendimi anlatmak zorunda kalmıyorum. Her yeni insanla birlikte ben de kendimi yeniden tanımaya başlıyorum. Tam alışacağım, tam tamamen tanıdım bu yeni Deniz'i diyeceğim anda yeniden değişiyorum. Bütün o insanların kalıcı olmaya heves ettikleri anda ben değişiyorum ve gidiyorum.
İlk gördüğümde 16 yaşımdaydım. Felsefe denilince akan suların durduğu yıllarım; üstelik o felsefe öğretmeni! İçinizden onu tanıyanlar var hatta belki benim gibi unutamayanlar. Her dersinden önce tahtaya şiirler yazdığım o adam. Tahtayı boş gördüğünde soran gözlerle yüzüme bakan o adam. Yazdığım şiiri ezbere bildiğini gözlerime bakarak okumasından anladığım o adam.
Tam acı vermeye başlayacakları anda, onları oldukları yerde bırakıp, yeni insanlarla gülmeye başlıyorum. Kendimi insanlardan başka türlü koruyamıyorum ve kendimi yeniden yeniden keşfederken çok eğleniyorum. Böylece anı biriktirmek zorunda da kalmıyorum. Çünkü herkes olduğu yerde, onları bulduğum yerde, bulduğum halleriyle kalıyor. Anıları ellerine tutuşturup, hoşça kalın bile demeden gidiyorum. Hayır, acımasız değilim, kötü de değilim. Çünkü kimseyi üzmüyorum, kimseyi kandırmıyorum. Hepsi benim eninde sonunda kaybolacağımı biliyor.
Bir yolda yürüsek, karanlık bir yolda ve o yolda tehlikeler olsa, ben senin bir adım önüne geçerim. Biraz daha karanlık olsa ve başka tehlikeler olsa ben iki adım önüne geçerim. Sen öylece dururken karşımda, senin bu güzelliğine karşı eylemsiz kalıyorum, çünkü ne yapsam da aynı güzellikle sana karşılık versem, bilemiyorum ve çaresiz kalıyorum.
Küçük bir oyun benimkisi, kocaman bir oyun olan hayatın içinde. Abartmanıza, kızmanıza, sitem etmenize, hatta beni itham etmenize değmeyecek kadar küçük bir oyun. Tahammül oyunu. Evet, adı bu: Tahammül Oyunu. Kanser hastasının morfini gibi, bipoların antidepresanları, faranjitin antibiyotikleri gibi. Oysa ben antitez olmaktan yoruldum. Sadece tahammüle ihtiyacım var ve kendime yeni bir sihirli kelime buldum.
Hiçkimseye bir şey anlatmak zorunda değiliz, kimseye hesap vermemiz gerekmiyor. Geç kalmak yoktur. Yaşa geç kalınmaz, işe geç kalınmaz, kültüre geç kalınmaz. Doğru zaman duyguların karşılaştığı zamandır. Aşk gerçekleşmiş tesadüftür.
Hani bir film olsa, oynadığım oyuna bir senaryo yazılsa sizler sinemalarda izlemek için para verip bilet alırsınız. Tam da izlemek istediğiniz o filmi yaşama fırsatı veriyorum size. Algılayabilenleriniz şanslı, diğerleri için alt yazı yok maalesef.
Çarşamba, Şubat 18
Çarşamba, Ocak 21
Burada oturup sabaha kadar günlerce, hayır gecelerce yazabilirim.
Ben size burada parça parça bütün bir hayatı anlatıyorum. Parçaladığım bir hayatı, parçaladığım hayatları.
Benim için ondan öncesi ve sonrası, onlar için benden öncesi ve sonrası diye parçalanan onlarca hayat. Yakılmış yıkılmış, intihara bulaşmış, kana batmış, küfürlerle dolu, bağır çağır hayatlar. Kimseye anlatacak iyi bir şeyim yok. Beni şarkılarımın adamlarına sorarsanız size söyleyebilecek iyi bir şeyler bulabilirler mi bilmiyorum. Bazen en ucuz tesellilere avuç açıyorum.
Katil değilim çünkü öldürmüyorum. Kapanmayan yaralarıma yenilerini eklerken sizleri kanatıyorum. Acımasızım çünkü öldürmeyecek kadar yaralayıp arkamı dönüyorum.
Çaresiz kalışıma ortak arıyorum. Olay yerindeki yaralıların çaresizliğiyle besleniyorum. Sabretmek budalalık, iyiniyet ikiyüzlülük, kötülük dürüstlük ve ben gelmiş geçmiş en iyi kötüyüm.
Ben size burada parça parça bütün bir hayatı anlatıyorum. Parçaladığım bir hayatı, parçaladığım hayatları.
Benim için ondan öncesi ve sonrası, onlar için benden öncesi ve sonrası diye parçalanan onlarca hayat. Yakılmış yıkılmış, intihara bulaşmış, kana batmış, küfürlerle dolu, bağır çağır hayatlar. Kimseye anlatacak iyi bir şeyim yok. Beni şarkılarımın adamlarına sorarsanız size söyleyebilecek iyi bir şeyler bulabilirler mi bilmiyorum. Bazen en ucuz tesellilere avuç açıyorum.
Katil değilim çünkü öldürmüyorum. Kapanmayan yaralarıma yenilerini eklerken sizleri kanatıyorum. Acımasızım çünkü öldürmeyecek kadar yaralayıp arkamı dönüyorum.
Çaresiz kalışıma ortak arıyorum. Olay yerindeki yaralıların çaresizliğiyle besleniyorum. Sabretmek budalalık, iyiniyet ikiyüzlülük, kötülük dürüstlük ve ben gelmiş geçmiş en iyi kötüyüm.
Hayatınızın bir döneminde bir adam sizi çok sevdiyse ve siz o sevginin nasıl büyük, nasıl derin, nasıl kutsal olduğunun farkına varamadıysanız, lanetleniyorsunuz. O adamın sizi kaybettiğini anladığında ülkeyi terk edecek kadar güçlü sevgisi sizi bir ömür lanetliyor.
Bu lanetten kurtulmanın yollarını aradıkça daha da dibe batıyorsunuz. O'nun gibi sevecek diye sarıldığınız her el için için tüketiyor sizi. Önce beni onun gibi onun kadar sevecek biri daha olsun diye dua ediyorsunuz. Öyle bir sevgiyi ondan başkasında bulamayacağınızı anladığınızda bütün o yabancı sevişmelerin arasında Tanrı'ya onun geri dönmesi için yalvarıyorsunuz.
Artık her şey için çok geç olduğunda, yani yaşınız otuz ve siz onu kaybedeli yedi yıl olduğunda, tek duanız "Tanrım beni ve benimle beraber onu da öldür..." oluyor...
Bu lanetten kurtulmanın yollarını aradıkça daha da dibe batıyorsunuz. O'nun gibi sevecek diye sarıldığınız her el için için tüketiyor sizi. Önce beni onun gibi onun kadar sevecek biri daha olsun diye dua ediyorsunuz. Öyle bir sevgiyi ondan başkasında bulamayacağınızı anladığınızda bütün o yabancı sevişmelerin arasında Tanrı'ya onun geri dönmesi için yalvarıyorsunuz.
Artık her şey için çok geç olduğunda, yani yaşınız otuz ve siz onu kaybedeli yedi yıl olduğunda, tek duanız "Tanrım beni ve benimle beraber onu da öldür..." oluyor...
Belki de fazla masumsun ve ne yapsam sana kötülüğü yakıştıramıyorum.
Sanığı mahkum etmek için yanıp tutuşan ama neyle suçlayacağını bile bilmeyen savcı gibiyim. Aleyhine topladığım bütün delillerim yüzündeki çocukta çürüyor. Sonunda beraat edeceğin bir davanın tutuklususun ve ben aslında kendimi yargılıyorum. Sanki sanığın beraatine karar versem bütün bir hayat, hayaller, umutlar, omzunda ağlama özgürlüğü, sarılıp uyumalar ellerimin arasından kayıp gidecek. Şablon cümlelerle mahkum ediyorum seni ve dava bittiğinde kim kime mahkum ediliyor, kim kime tutsak, her şey birbirine giriyor.
Ezcümle, Ne seni öldürebildim, ne kendimi tahliye edebildim.
Sanığı mahkum etmek için yanıp tutuşan ama neyle suçlayacağını bile bilmeyen savcı gibiyim. Aleyhine topladığım bütün delillerim yüzündeki çocukta çürüyor. Sonunda beraat edeceğin bir davanın tutuklususun ve ben aslında kendimi yargılıyorum. Sanki sanığın beraatine karar versem bütün bir hayat, hayaller, umutlar, omzunda ağlama özgürlüğü, sarılıp uyumalar ellerimin arasından kayıp gidecek. Şablon cümlelerle mahkum ediyorum seni ve dava bittiğinde kim kime mahkum ediliyor, kim kime tutsak, her şey birbirine giriyor.
Ezcümle, Ne seni öldürebildim, ne kendimi tahliye edebildim.
Artık adım gibi biliyorum, ve adam gibi... Bu ilişki bizi öldürecek; ölmeden rahat yok ikimize de... Aynı peçete üzerinde önce senin sonra benim gözyaşlarım, eninde sonunda bu evde kimsesiz kalışlarım, kendimle kavgama muhatap arayışlarım, aynı aşk üzerinde önce benim sonra senin yalnızlığın...
Karşında durmuş ağlayan bir erkeğin aczinden ne anlam çıkaracağını bilememe hali gibisi yok. Çaresizlik, öfke, merhamet, sarılmakla kovmak, intikamın hazzıyla anneliğin şefkati...
Ağlayan bir erkek henüz ölmemiş bir kadına verilecek en büyük ceza. Sanırım Tanrı, bizi erkeklerin kaburgasından yaratırken bunu hesaba katmamış, ya da bu Tanrı'nın gizli silahı! ve bir kez daha gülünç duruma düştük saygıdeğer Tanrı nezdinde...
Karşında durmuş ağlayan bir erkeğin aczinden ne anlam çıkaracağını bilememe hali gibisi yok. Çaresizlik, öfke, merhamet, sarılmakla kovmak, intikamın hazzıyla anneliğin şefkati...
Ağlayan bir erkek henüz ölmemiş bir kadına verilecek en büyük ceza. Sanırım Tanrı, bizi erkeklerin kaburgasından yaratırken bunu hesaba katmamış, ya da bu Tanrı'nın gizli silahı! ve bir kez daha gülünç duruma düştük saygıdeğer Tanrı nezdinde...
Salı, Ocak 20
bir yanılsamaydı muhakkak kendini gördüğü yer. mutluydu yine de olmak istediği şey olamamanın acısını yaşamaktan. uykudan uyandırır gibi çekip aldılar onu hayallerinin içinden, iyilik yapıyoruz nidalarıyla. ağlamayı unuttuğunu fark etti önce, sonra saçlarının uzamasını beklemekten vazgeçtiğini fark etti ve o an irkildi. başını sağa çevirip gözlerini örten saçlarına dokununca aylardır aynı boyda olduklarını anladı ve irkildi. hani saçlarının uzamasını bekleyen kızın hikayesini yazacaktın dedi bir ses saçlarının arasından. cevap veremedi. görünür olmuştu ve buna kendisi izin vermişti. bir gece kendine ihanet etmiş, iyilik yapanların uzattıkları eli tutmuş ve bile isteye görünür olmuştu. o günden sonra yanılsamalarını arkasında bırakıp başka yanılgılara gömüldü. şimdi pişmalıkla hangi yanılsamanın kendi gerçekliği olduğunu anlamaya çalışıyor, kaybolmak için müthiş bir mücadele veriyor ama bir türlü yeniden görünmez olamıyordu.
sokağın sesiyle kafasının içindeki sesler karışıyordu; seni iyileştireceğiz, seni iyileştireceğiz, seni iyileştireceğiz, seni iyileştirecek...
sokağın sesiyle kafasının içindeki sesler karışıyordu; seni iyileştireceğiz, seni iyileştireceğiz, seni iyileştireceğiz, seni iyileştirecek...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)