Çarşamba, Temmuz 25

bu gece güzel uyuyun; her türlü otoritenin ortadan kalktığı bir sabaha uyanacakmış gibi... kimliklerinizi, öğretilenleri, zorunluluklarınızı, işi gücü, parayı unutup uyuyun. devleti iktidarı hiç görmemiş, sanki özgür bir dünyaya doğmuş ve hep özgür olmuş gibi özgür bir sabaha uyanın.

bu gece güzel uyuyun güzel insanlar olarak uyanın.

biliyorum biz dostlarımız özgür olduğunda, sürgünler ülkelerine döndüğünde, kim olduğumuzu söylemek suç olmadığında özgür olacağız. ama siz yine de duvarlar, parmaklıklar, sınırlar, yasalar, yasaklar yokmuş gibi uyuyun ve uyandığınızda elinizi kolunuzu bağlayan ne varsa yıkın!
çok sıkıcı ve gereksizsiniz. hatta çok sıkıcı ve gereksiziz.
bir kumardan fazlası değilim, biri kaybederken diğeri kazanıyor beni. o kadar.
susuyorum, konuşturuyorsunuz. uyuyorum uyandırıyorsunuz. isyan ediyorum, bastırıyorsunuz. yapacak başka işiniz yok mu?
her şey yanlışken ben nasıl doğru olabiliyorum. yok eğer ben yanlışsam hala nasıl yaşayabiliyorum?
ve toprak bulamayan kediler, saksılara işiyordu...


ve ahşap gibi davranıyordu plastik masalar...


ve biz hala ve safça insanın doğasında şiddet olmadığına inanıyorduk... Bazen inanmak yetmiyordu bunu ısrarla savunuyorduk..


oysa bilmiyorduk; insanın doğası diye bir şey yoktu...


14.04.2012
önce etrafındakileri inandırıyorsun. sonra kendin inanıyorsun. onlar inandıktan sonra seni de inandırıyorlar zaten, merak etme.
17 lira 2 kuruş. 3 bira, bir paket camel soft. aylık 1500 liralık köle olmaktansa, gecede 17 lira 2 kuruşa mâlolmayı tercih ederim. evet, çalışmayı reddediyorum. siz uyanırken ben uyuyorum. günaydın!
neyi, nerede, ne zaman söylemek gerekir? insanlar nasıl başarır sahte ve tutarlı olmayı?
soru sormayı bıraktığınız gün, yargılamaya başladınız. sormadan cevap vermeye...

oysa ne yaptıysam bir sebebi yoktu. sormanız da gerekmiyordu. yargılamaksa size düşmezdi. gittiğim yerler, koluma taktığım adamlar hatta kadınlar, tenimdeki çizgiler, boyalar -ki siz bunlara dövme diyorsunuz- sizi hiç mi hiç ilgilendirmiyordu, ama siz özellikle bunlarla ilgileniyordunuz. ideolojiniz size devletle ilgilenmeyi emrediyordu, ama siz özellikle benimle ilgilenmeyi seçtiniz. beni sordunuz, beni konuştunuz. para ve kariyer derdinizden çok beni dert ettiniz kendinize.

hayır, hiç kızmadım size. arada bir saçmalamayın dedim sonuna ünlem koyduğum cümlelerimle ama o kadar.

saçmalamayın!

güzel güzel giyinin, güzel güzel yiyin, çok için, sarhoş olun ama kontrolünüzü kaybetmeyin. cebinizde çok paranız olsun. birileri sırf unvanınız var diye size saygı duysun. gerçekten umurumda değil. kıskanmadım sizi. çünkü aynı unvanlara aynı mevkilere sahibiz. ama anlamadığınız bir şey var ki ben bana o unvanı veren devlete, sisteme çok da bağlı değilim. bir şeyin karşısında duruyorsan onu ciddiye alıyorsun demektir ki ben karşısında değilim, reddediyorum.

herhangi bir yerde herhangi bir şekilde para kazanabilirim. ya da 3-5 yıl önce nasıl burslarla geçiniyorsam şimdi de "bağış"larla geçinebilirim. sizin cesaret gerektiriyor dedikleriniz benim için olağandı. belki fazla olağan. normlara bağlı kalıp, normal olmayı seçtiniz, ben normlarla işim olmaz dedim. 10 yıl önce 70 metre kare evimde hiçbir yazılı ve yazısız kural geçmez derken, çok ciddiydim. anlamadınız. ve benim hayatımda yazılı ve yazısız hiçbir kuralın geçerliliği yok, hele sizin değer dediğiniz ne varsa alaşağı ettim ben.

sizinle yarışamam, onu bırakın, sizinle baş edemem. kusursa bu da benim kusurum olsun, değilse de marifet değil yaptığım (ya da yapmaya çalıştığım), biliyorum.

çok matah değilim. muhtemelen mutsuz olduğum için asıl yanlış olan benim. kurallarına uyduğunuz oyunu oynayamadığım için beceriksiz ve başarısız olan benim.

her zaman üzgünüm. bazen sebebi sen oluyorsun, bazen o. ama her zaman sizden biri mutsuzluğumun sebebi. ama biliyorum, siz doğruysanız ben yanlışım ve hepiniz gerçekten bu kadar doğruysa ben gerçekten yanlışım.

siz -şaka gibi ama değil- kaybedecek bir şeyi olmayanlardan korkarsınız. ben vazgeçmekten korkmam. kaybedecek çok şeyim var, en azından benim kaybedeceklerim sizinkilerden daha değerli. ama işten güçten, paradan puldan, mevkiden kariyerden, çoluk çocuk-aile sevdasından, ev araba amacından kolayca vazgeçebilirim ve vazgeçtim. aşktan sevgiden vazgeçtim.

bilmiyorsunuz. Deniz neden böyle, bilmiyorsunuz ve bilmeyeceksiniz. çünkü sormayı bıraktınız. dedikoduyla tanıştığınız gün sormaktan vazgeçtiniz.

oysa Deniz neden diye sormayı bırakalı çok oldu, o artık sadece nasıl diye soruyor. "böyle düşünürken, düşündüğün gibi yaşamak nasıl olur" diyor, uzun zamandır. ve sabırla, ilk defa aceleciliğini yenip, sabırla bekliyor, düşündüğü gibi yaşamayı becerebilmeyi. olduğun gibi görünebilirsin, göründüğün gibi de olabilirsin. bunlar çok üstün meziyetler değil. ama düşündüğün gibi yaşamak, size rağmen bunu yapabilmek; başarmak olmasa da kim bilir belki de onun tek erdemi.

siz sormayı bıraktığınızdan beri siz oldunuz ve Deniz tek başına bir taraf oldu. artık bir tarafta siz varsınız ve diğer tarafta Deniz.

onun için başarmak buydu; çok da umurunda olmamasına rağmen ve sanırım başardı. ve sanırım siz asıl bundan rahatsız oldunuz.

sizin adınıza üzgünüm demek isterdim ama hiç üzgün değilim. yine de ben mutlu bir insan değilim. acı çekerek erkenden öleceğim. arkamdan ne dediğiniz çok da önemli olmayacak ama siz bunu da bilmeyeceksiniz ve durmadan konuşacaksınız. ta ki beni ve ölümümü unutana kadar konuşacaksınız. bense ancak siz ben unuttuğunuzda ölmüş olacağım.

işte bu da benim çaresizliğim olsun. ölümüm hadi yok oluşum diyelim, felsefi olsun ;) bana değil, sizin beni unutmanıza bağlı.

ama son bir gayretle yaşarken unutturacağım kendimi ve siz öldüğümü bile fark etmeyeceksiniz.

kötü bir haberim var size;

size kendimi unutturacağım. size göre hiç olmamış olacağım ve bu beni mutlu edecek tek şey olacak.

haydi! günaydın!

Cuma, Temmuz 20

eğer sen, seni sevmeme izin verseydin...

bir kadına verilecek en büyük ceza, onun sevmesine izin vermemek sanırım.

eğer sen, seni sevmeme izin verseydin...

hayır, "seni çok mutlu ederdim" diyecek kadar salak değilim.


seni sevmeme izin verseydin;

şu an uyuyor olurdum; senin yanında değil belki, hatta belki huzurlu da olmazdım. ağlayarak sızardım belki kim bilir. ama neden ağladığımı bilirdim. ve sadece ağlamak olurdu; öfke ve isyan değil. neden izin vermiyorsun diye sayıklamak da olmazdı.


seni sevmeme izin verseydin;

sevmeyi bilirdim. sevmek nedir dediklerinde ya da insanlar aşktan konuştuklarında, aptal aptal suratlarına bakmazdım. aşkı tarif eder gibi, kimseye belli etmeden, seni tarif ederdim.


seni sevmeme izin verseydin;

ya da herhangi biri, onu sevmeme izin verseydi, bu kadar kızgın olmazdım yaşama ve yaşamın içindeki her şeye. kendim dışındaki herkese siz deyip, bu kadar dışınızda görmezdim kendimi.


seni sevmeme izin verseydin;
ve bir kadının sevmesine izin verseydiniz; (bakın yine siz-biz olduk)

erkeklere bu kadar nasihat etmezdim. "bir kadını seviyorsanız, ondan vazgeçmeyin" demezdim.


seni sevmeme izin verseydin;

sevmesine izin verilmeyen bir kadının nasıl da bir köşede kaldığını en iyi ben bilmezdim.


seni sevmeme izin verseydin;

sevmek nimet olmazdı benim için ve hayatımdaki bütün erkeklerden dayak yemezdim.


seni sevmeme izin verseydin;

"tutunacak dalım olma, olursan kırılır elimde kalırsın" dediklerime tutunmaya çalışmazdım.


seni sevmeme izin verseydin;

vazgeçilemeyen ama tercih de edilmeyen olmazdım. kolayca vazgeçilebilirdi belki benden ama yine tercih edilen olurdum.


benim sevmeme izin verseydiniz;

ben dünyanın en mutlu kadını olmazdım. ama bu kadar da düşünmezdim.


seni sevmeme izin verseydin;

bu kadar güzel bir kadın olmazdım. senin için bu şehirde geriye kalan tek şey de ben olmazdım.


seni sevmeme izin verseydin;

sıradan ve biraz da mutlu olurdum.


sen yine de seni sevmeme izin verme...

Salı, Temmuz 10

üzerimde tepinen "bir şey"den fazlası olmanı istediğim için haksızdım. bu kez izin ver dediğim için de. tam bir şeyler hissetmeye başlamışken durdurma beni n'olur derken haklıydım. doğru cümleyi yanlış insana kurmaktı hatam. bacaklarımın arasından içime giren ne kadar sana aitse o kadar sahiplendim ben onu. ona verdiğim isim 'git-gel'den farklıydı. ben söyledim, sen anlamadın. sen gidip geldikçe ben kanadım. koca bir günü seni düşünerek hastanede geçirdim. senin gidip geldiğin yerde kocaman bir tümörün varlığından habersizdik. ben bunu bugün öğrendim. doktorun "evli misin" sorusuna hayır ama sevişiyorum dedim. oysa sevişmek benim içindi, sen gidip geliyordun. öğrenci misin dedi doktor. evli olmadan sevişebilmemi kabul edilebilir kılmak için. hayır dedim, avukat. üzerinde tepinen 'bir şey'e katlanabilen bir avukat. içindeki solidin kasıklarında yarattığı acıdan daha fazlasına sebep olmana razı bir avukat.
susuyorum, konuşturuyorsunuz. uyuyorum uyandırıyorsunuz. isyan ediyorum, bastırıyorsunuz. yapacak başka işiniz yok mu?
bu kez yapmayacağım. birinize kızıp hepinize isyan etmeyeceğim. ama biriniz bana açıklasın, nasıl bu kadar kırıcı ve yıkıcı olabildiğinizi. ya da biriniz bana sen de bizi kırdın, eğdin büktün, yıktın desin. belki o zaman insan olmanın 'bu' demek olduğunu anlayabilirim. ben de sizin gibiysem insana dair her şeyi siler atarım. emin olun daha kolay olur. üç beş satırın, dört beş sayfanın peşine düşmem belki o zaman. yine de hiç yoktan iyisiniz. tam "acaba?" dediğim anda biriniz gelip, "unutma biz kötüyüz, yok ediciyiz" diyiveriyor. haklıydım ve haklıyım, öfkeyi diri tutmak gerekiyor.

Pazar, Temmuz 8

yazmazsam ağlayacağım dedi. ağla öyleyse, ne sakıncası var? ağlayamam, ağlamak acıya mahsus, ama ben acı çekmiyorum. benimkisi bilmezlik. yaz o zaman. yaz ama yazınca da bilemeyeceksin, biliyorsun di mi?

Salı, Temmuz 3

bir kadın ancak kendi tarihini okursa öğrenir kadın olmayı.
yeniden bu kadar çok okuyor ve yazıyorsam bu, hayra alamet değil. sebebini biliyorum ama söylemek istemiyorum. anlıyorsanız sadece susun. konuşmak eskitir ve değersizleştirir. o -o ki burada işaret değil, kişi zamiridir- bana kalsın. bir kadının içinde hissettiği her zaman size ait bir şey olmayabilir. işte o zaman gerçekten susmak gerekir. susun, O'nu dinlemek istiyorum. içimdeki hareketlerini dinliyorum, susun.
bir kumardan fazlası değilim, biri kaybederken diğeri kazanıyor beni. o kadar.

sizin hiç..?

sizin hiç arkadaşınız tutuklandı mı?
peki, sizin hiç arkadaşlarınız tutuklandı mı?
bir gece bir şiir okursun. biri "aç!" der sayfaları, "tanımadıklarınla tanıştıracağım seni." ve bir gece bir şiir okursun. içinden okuduğun şiirler gibidir ama bu kez daha güzel. ağlatan şarkılar dinlersin bi yandan. açarsın bi kitabın sayfalarını ve okumaya başlarsın. sesinden akan hüzün sana ait değildir ama senin olandan daha derindir.

bir gece bir şiir okursun, yeni bir adamla tanışırsın. şiir yazan bir adamla, şiirler yazmış bir adamla. hayat dersin yaşanmaya değmese de okunmaya değer.

bir sabah bir adamla tanışırsın, o sabahın gecesinde sana şiirler okutan bir adamla. ve bir'den fazla adam tanırsın onunla. hayat dersin yaşanmaya değilse de tanımaya değer.

bir gece kucağında uyuyan bir kediyle otururken odanda ben dersin, belki bir daha hiç aşık olamayacağım. ama hayat aşık olmaya değmese de hissetmeye değer.