Cumartesi, Haziran 28

şimdi herhangi bir bahane bulup arayabilirim seni. mesela 3 Temmuzda Kardeş Türküler Harbiye Konserine geliyor musun diye sormak için (oysa ki cebimde sadece 50 lira var ve o bileti alamayacağımı biliyorum). ya da kitabın bende kaldı bir ara vereyim sana demek için (biliyorum ki kitabı tekrar satın alabilirsin). ya da hiçbir bahaneye ihtiyaç duymaksızın öfkemi kusmak için.

bugün sana öfkeliyim, iki ay önce bir başkasına öfkeliydim, belki yarın başkasına öfkeleneceğim.

bütün bu öfkemin sebebi bir yerlerde beni düşünen kimsenin olmadığını bilmek. evet yalnızım, bunu ben seçtim, herkesi ben kovdum, hepinizin canını yaktım asla geri dönmeyin  diye sabah uyandığımda kendimin bile canımı yakan cümleler kurdum, çoğu zaman pişmanlıktan uyuyamadım, pişman olmak için sabahı dahi bekleyemedim.

işte bilmediğin bir şey var, ya da anlamadığın, anlamak istemediğin...

küçük bir çocuk olmak istiyordum, senin kim olduğunu önemsemeden. ismin değişiyordu, boynun, ellerin, yüzün, sesin, mimiklerin ve huyların, sevişmen. ama sen benim, dizlerinde küçücük bir çocuk olmak istediğimdin. istediği olmayınca ayaklarını yere vura vura ağlayan küçük bir kız çocuğundan tek farkım, yenilip yutulmaz o sözleri söyleyebiliyor olmamdı. masumiyetimi kaybettiğimden çocuk olamıyordum. bunu da biliyorum ama yine de kucağında uyumak istiyorum.

bir çocuk gibi her yaptığı affedilebilir olan.

bir çocuk gibi gözlerinin içine bakılan.

bir çocuk gibi eli tutulan.

kapım her çaldığında bu gelen o diyorum. umutlanıyorum. koltuğunun altında gazetesiyle işten gelen babama açtığım gibi açıyorum kapıyı. terliklerini kapının önüne koyup hoş geldin diyorum.

bilmediğimse, her kız çocuğunun bir tek babası olduğuydu.
bir türlü uzamayan saçlarımı boyattım. çok güzel oldum. bakmaya doyamıyorum kendime. durup durup aynanın karşısına geçiyorum.

sonra birden aklıma ölmek geliyor. yaşamak diyorum kendime ihanetim.

bütün evi dolaşıyorum. evde tek bir şey bulamıyorum. bir hayatı sona erdirmeye gücü yetecek tek bir şey yok koca evde. koca ev dediğim 60 m2 falan olsa gerek.

gülüyorum. ölmenin anlamını sorguluyorum.

yapılacak işler, verilen sözler, minnet borçları, umut bağlayanlar, anneler-babalar, sevenler, mamasız kalacak kediler, uzaması beklenen saçlar...

ölmeden hemen önce düşünülmesi gerekenler listesi yapıyorum böylece. sonra gülüyorum kendime; ölmemek için mi bu liste diye.

beynim ne zaman ölmeye karar verse saçma sapan bir karaciğer hücresi, belki de midem hemen itiraz ediyor ve çalışmaya başlıyor.

52 tane antidepresana direnç gösterip kusuyorum ve ilaç içtiğim her gecenin sabahında kalkıp hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyorum.

hastanedeki psikiyatr ile olan diyaloğumu ise asla unutamıyorum.

berbat bir iş yapıyorsunuz, ölmek isteyen insanları yaşamaya ikna ediyorsunuz diyorum. aldığım cevap kolumdaki serumdan ve içtiğim aktif kömürden daha beter.

 "gerçekten ölmek isteseydin ölürdün!"

 bir dahaki sefere gündüz öleceğim.

çünkü; "ihanete gece müthiş bir gerekçedir."

Perşembe, Haziran 26

bütün yeteneklerini kaybettiğinde yaşlanmış olacaksın. sadece biraz acı çekmeye ihtiyacın vardı oysa, biraz daha genç kalabilmek için.

sana savaşma dediler sürekli ama savaşının asla bitmeyeceğini söyleyen birileri olmadı hiç. ve sen bitti sandın kendinle oynadığın oyunlara aldanarak.

pahalı kremlere para harcadın, pahalı pabuçlar ve terlikler, pahalı gibi görünen kıyafetler. yüzündeki maskenin üzerine sürdüğün kat kat boyalar havalar ısınmaya başlayınca ve geceler kısaldıkça ağır gelmeye başladı.

bütün bu parça parça hikayeleri birleştirip bir roman çıkaramayacak kadar bölünmüş ve sahteydin aslında. bunu fark edip senden kurtulan en sevdiğin ve tek sırdaşın seni terk edeli 40 gün oldu bugün ve sen kırk gündür aynısın.

hiçbir şeyi değiştiremeyen ve bütün yeteneklerini pahalı kremler ve boyalarla değiştirip yaşlanmayı seçen sen üç aydır aynı kafeste çırpınıyorsun ve hala salakça nerde hata yaptım diye soruyorsun.

artık kaybolma vakti gelmedi mi sence de?

sadece ayağa kalkman yeter.


bugün ateist olduğumu ve ezan sesinden rahatsız olduğumu facebook'ta paylaştığım için ülkeden kovuldum. burası müslüman bir ülkeymiş ve ezan sesinden rahatsız oluyorsam avrupa'da yaşamalıymışım. iyi de ben ateistim diyorum, hıristiyanım demiyorum ki. kimsenin dinine, inancına, yaptığı ibadete küfretmiyorum, kimsenin değerlerini aşağılamıyorum, sadece bana ait olan bir platformda kendi düşüncelerimi paylaşıyorum.

bir kez daha anladım ki insanlar ikiyüzlü olmayı ve rol yapmayı dayatıyorlar. bunu yapmazsan herhangi bir ortamda kendine yer edinemezsin. arkadaşların senin gibi düşünse iş ortamında rol yapmak zorundasın. "boş bulunup" fikirlerini dile getirdiğinde alacağın tepkileri de göze almalısın.

ya zaten hiç keyfim yok. iyice canım sıkıldı şimdi.


Çarşamba, Haziran 18

benzemesi mümkün mü yeryüzündeki herhangi bir insanın sana? kaç kişinin toplamı edersin ki ben herkesten seni çıkarırken. özlemek başka bir isimle başka bir yüzle karşıma çıkman mıdır gecenin kör saatinde. yoksa paranoya mı benimkisi? bir elin hareketi, bir cümlenin kuruluşu, beklenmedik bir kahkahanın sana yorulması mıdır paranoya. tüm kavramların yeniden tanımlanması, tüm anlamların tekrar tekrar kaybolması ve bu tanıdık ama istenmeyen zamanların yeniden kendini dayatması tesadüf değilse eğer; hani demiştik ya zamanlamanın içinde anlam gizlidir diye...

Salı, Haziran 17

çamura saplanmak istedikçe tutup çeken bir canavar gibiydi ellerin. bilmek istemiyorum dedikçe öğreteceğim diye bağırıyordun. bilmek ve inanmak istemiyordum ama sen beni duymuyordun.

var olmak kaybolmak demekti benim için ve sen beni giydirip kuşandırıp ortalığa saçıyordun.

bazen bir şarkıyı armağan edene aşık oluyordum, sessizce, içimden. sense sorularla geliyordun. bitmek bilmeyen sorunlarınla. sorularından türeyen bir sorundun ve insanlık deniyordu adına, insan olmak yani. 

seni reddetmek insan olmayı reddetmekti ve sen insan olmayı reddetmeyi dayatıyordun insan ol diye diretirken.

bense hayallerle büyüyor çürümemek için rutin nefesler alıyordum. insanlar hayat belirtisi sayıyorlardı bunu ve sen yardım çığlığı. oysa sadece git demek istiyordum ama sen dudaklarıma yapışıp beni sev diyordun.

seni sevmeyeceğim.