Cuma, Kasım 11

cezaevinde bayram görüşmesi

cezaevinin kederine yazılmış olsa gerek dediğim şarkı olur kendileri. şarkısı varmış bu hüzünlü görüşmelerin, bilmezdim, öğrendim. 

ben miyim fotoğraftaki kız çocuğu? 

ben size gerçek bir "cezaevi bayramı" anlatayım öyleyse... 

beş yaşındaydım, belki dört... seksen darbesi mahkumu bir akrabamız vardı. idamlık... sıranın kendisine gelmesine birkaç kişi kala fiilen idamlar durunca hayat kendini bağışlamıştı ona... 

onu ziyarete gittik, lanet bir cezaevine... 
lakin o değildi yalnızca ziyaret ettiğimiz. yıllarını cezaevinde geçirmiş, ve daha yıllarca orada kalacak olan herkesin ziyaretçisiydik, hepsi bizim yolumuzu gözlüyordu. herkes herkesin akrabasıydı orada... 

hayatımda gördüğüm "en güzel" ablalar, abiler oradaydı. 

anlamıyordum cezaevinin ne demek olduğunu, ama korkuyordum için için, bilmemenin verdiği bir korku değildi bu. soğuktu cezaevi belki onun için, belki kederliydi tüm bakışlar, ondan... korkuyordum... 

hepsinin kucağında oturdum, beni bırakıp, henüz birkaç aylık kardeşimi alıyorlardı kucaklarına... bir o, bir ben, dolaşıyorduk kucaklarda... 

boncuktan kuş ile orada tanıştım, ahmet kaya'dan önce... 

samsun sigarasının eski paketlerini hatırlayan var mı bilmem, üzerinde tütün yaprağı vardır. o yapraklardan tablolar yaparlarmış, mahkumlar... cezaevinde ağaç olmadığını bilmezdim... çok sonraları, büyüdün dediklerinde yani, anladım o tablolar neden sigara paketlerinden evriliyormuş gerçeğe... yokmuş yaprağın kendisi cezaevinde... 

samsun paketi topladım o günden sonra sokaklarda, oyunlar oynarken yaşıtlarım, ben cezaevi biriktiriyordum ceplerimde... 

mutluluk çıkarırlarmış kendilerine, sigara paketinden, minicik boncuklardan, öğrendim... 

sonra... 
sonra herkes gibi çıkamadık oradan. 

sevdiklerimize sarılıp, vedalaşıp, biraz kederli, biraz mutlu, özlemi bir süreliğine bastırabilecek olmanın hafifliğiyle, çıkamadık... 

nasıl çıkabilirdik ki! 

siyasi tutukluların ziyaretçileri değil miydik! 

asker durdurdu bizi kapıda, çocuktuk, bebek hatta! ama dur dedi asker, durduk işte! 

kardeşim babamın kucağında... babam, heybetli bedeninden uzanan ve boşta kalan sıcacık eliyle de ufacık parmaklarımı sıkıyor bir yandan. 

sonra anlamadım ama korktum yeniden. haklıymışım, üzermiş, yaralar, parçalar, darmadağın edermiş cezaevleri. 

jop denilen meretle de orada tanıştık kardeşimle, vakitsizce... 

bir el silah sesi duydum, ama kan görmedim... havaya ateş açmak buymuş demek. 

eve babam, amcalarım, ve ihtiyar dedem olmadan döndük. annemi gördüm, ama ağlamadım. şaşkın mıydım, hatırlamıyorum. hatırlıyorum, öfkeliydim. 

babamı dedim, aldılar... 

koskoca bayramı, küslerin barıştığı, insanların mutlu mutlu sokaklarda dolaştığı, çocukların avuçlarının şekerle dolduğu bayramı, kucağımda babamın terlikleriyle geçirdiğimi hatırlıyorum. 

gelecek ve giyecek yeniden bu terlikleri babam diyordum kendi kendime... 

cezaevinde bir bayram görüşmesi böyle olurmuş meğer... 

içeridekiler mahkumsa, biz suçluymuşuz onları ziyaret ettiğimiz için... 

o günden sonra o lanet yeşil -belki şirin olsun diye pembe- binanın önünden her geçişimizde kafamı diğer tarafa çevirdim. bu yüzden hatırlamıyorum rengini. rengi yok zaten benim için... 

cezaevinde bir bayram görüşmesinden bana kalan mesleğim olmuştur. şimdi çıkmıyorum duruşma salonlarından, cezaevlerinden... 

kelepçeli bileklere her baktığımda babam geliyor aklıma... 

neyse ki çok özletmedi kendini babam... 

neyse ki çıktı seksen mağduru(!) akrabamız oradan... 

ne yazık ki dolu hala oralar çocukların babalarıyla, anneleriyle! belki de asla anne ve baba olamayacaklarla... 






SEVDADIR

Göğü kucaklayıp getirdim sana
kokla 
açılırsın

solmuşsun
benzin sararmış
yorgun bir işçinin yüzüne  benziyor yüzün
öyle bükük bakma bana

çam kolonyası getirdim sana
kentli dağlıların haklı sevdasını
bolu ormanlarından çarpan bir koku
sanki köroğlunun ter kokusu
aman kokusu, billah kokusu
canlarım, canım benim

üzme kendini bu kadar
sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var
bak yeryüzü ne kadar geniş
ne kadar dar

Dur 
akıtma gönlüm yaşını
gözünden öpecek bir yer bırak
oy bana en yakın
bana en uzak
sevgili yar
Hasretine vur beni

Giyecek çamaşır getirdim sana
adettir diye değil, sevdim diyedir
bağışla, eski biraz
bedenim uygundur diye bedenine
elimle yıkadım, ütüledim
elma ağacında kuruttum

Günler sarmal bir yay gibi
bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben her yerinden öperim
bunu unutma

kadere inansaydım
sana inanırdım
Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben


öyle kırık bakma bana
Caddeler nasıl da genişliyor
sana bunu söyleyecektim
Bileyli bir makas vardı yanımda
sana bunu söyleyecektim
Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri
sana bunu...
Oyy nasıl söyleyebilirim
deliren sevdamızın kısrak huyunu

Elimi tut
tuttururlar, o kadarına izin verirler
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu
Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız

sen içerde
Ben dışarda...
Oyyy mahpusluk mahpusluk...


Arkadaş Zekai ÖZGER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder