ben miyim fotoğraftaki kız çocuğu?
ben size gerçek bir "cezaevi bayramı" anlatayım öyleyse...
beş yaşındaydım, belki dört... seksen darbesi mahkumu bir akrabamız vardı. idamlık... sıranın kendisine gelmesine birkaç kişi kala fiilen idamlar durunca hayat kendini bağışlamıştı ona...
onu ziyarete gittik, lanet bir cezaevine...
lakin o değildi yalnızca ziyaret ettiğimiz. yıllarını cezaevinde geçirmiş, ve daha yıllarca orada kalacak olan herkesin ziyaretçisiydik, hepsi bizim yolumuzu gözlüyordu. herkes herkesin akrabasıydı orada...
hayatımda gördüğüm "en güzel" ablalar, abiler oradaydı.
anlamıyordum cezaevinin ne demek olduğunu, ama korkuyordum için için, bilmemenin verdiği bir korku değildi bu. soğuktu cezaevi belki onun için, belki kederliydi tüm bakışlar, ondan... korkuyordum...
hepsinin kucağında oturdum, beni bırakıp, henüz birkaç aylık kardeşimi alıyorlardı kucaklarına... bir o, bir ben, dolaşıyorduk kucaklarda...
boncuktan kuş ile orada tanıştım, ahmet kaya'dan önce...
samsun sigarasının eski paketlerini hatırlayan var mı bilmem, üzerinde tütün yaprağı vardır. o yapraklardan tablolar yaparlarmış, mahkumlar... cezaevinde ağaç olmadığını bilmezdim... çok sonraları, büyüdün dediklerinde yani, anladım o tablolar neden sigara paketlerinden evriliyormuş gerçeğe... yokmuş yaprağın kendisi cezaevinde...
samsun paketi topladım o günden sonra sokaklarda, oyunlar oynarken yaşıtlarım, ben cezaevi biriktiriyordum ceplerimde...
mutluluk çıkarırlarmış kendilerine, sigara paketinden, minicik boncuklardan, öğrendim...
sonra...
sonra herkes gibi çıkamadık oradan.
sevdiklerimize sarılıp, vedalaşıp, biraz kederli, biraz mutlu, özlemi bir süreliğine bastırabilecek olmanın hafifliğiyle, çıkamadık...
nasıl çıkabilirdik ki!
siyasi tutukluların ziyaretçileri değil miydik!
asker durdurdu bizi kapıda, çocuktuk, bebek hatta! ama dur dedi asker, durduk işte!
kardeşim babamın kucağında... babam, heybetli bedeninden uzanan ve boşta kalan sıcacık eliyle de ufacık parmaklarımı sıkıyor bir yandan.
sonra anlamadım ama korktum yeniden. haklıymışım, üzermiş, yaralar, parçalar, darmadağın edermiş cezaevleri.
jop denilen meretle de orada tanıştık kardeşimle, vakitsizce...
bir el silah sesi duydum, ama kan görmedim... havaya ateş açmak buymuş demek.
eve babam, amcalarım, ve ihtiyar dedem olmadan döndük. annemi gördüm, ama ağlamadım. şaşkın mıydım, hatırlamıyorum. hatırlıyorum, öfkeliydim.
babamı dedim, aldılar...
koskoca bayramı, küslerin barıştığı, insanların mutlu mutlu sokaklarda dolaştığı, çocukların avuçlarının şekerle dolduğu bayramı, kucağımda babamın terlikleriyle geçirdiğimi hatırlıyorum.
gelecek ve giyecek yeniden bu terlikleri babam diyordum kendi kendime...
cezaevinde bir bayram görüşmesi böyle olurmuş meğer...
içeridekiler mahkumsa, biz suçluymuşuz onları ziyaret ettiğimiz için...
o günden sonra o lanet yeşil -belki şirin olsun diye pembe- binanın önünden her geçişimizde kafamı diğer tarafa çevirdim. bu yüzden hatırlamıyorum rengini. rengi yok zaten benim için...
cezaevinde bir bayram görüşmesinden bana kalan mesleğim olmuştur. şimdi çıkmıyorum duruşma salonlarından, cezaevlerinden...
kelepçeli bileklere her baktığımda babam geliyor aklıma...
neyse ki çok özletmedi kendini babam...
neyse ki çıktı seksen mağduru(!) akrabamız oradan...
ne yazık ki dolu hala oralar çocukların babalarıyla, anneleriyle! belki de asla anne ve baba olamayacaklarla...
SEVDADIR
Göğü kucaklayıp getirdim sana kokla açılırsın solmuşsun benzin sararmış yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün öyle bükük bakma bana çam kolonyası getirdim sana kentli dağlıların haklı sevdasını bolu ormanlarından çarpan bir koku sanki köroğlunun ter kokusu aman kokusu, billah kokusu canlarım, canım benim üzme kendini bu kadar sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var bak yeryüzü ne kadar geniş ne kadar dar Dur akıtma gönlüm yaşını gözünden öpecek bir yer bırak oy bana en yakın bana en uzak sevgili yar Hasretine vur beni Giyecek çamaşır getirdim sana adettir diye değil, sevdim diyedir bağışla, eski biraz bedenim uygundur diye bedenine elimle yıkadım, ütüledim elma ağacında kuruttum Günler sarmal bir yay gibi bunu unutma Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir bunu unutma Seni ben her yerinden öperim bunu unutma kadere inansaydım sana inanırdım Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben öyle kırık bakma bana Caddeler nasıl da genişliyor sana bunu söyleyecektim Bileyli bir makas vardı yanımda sana bunu söyleyecektim Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri sana bunu... Oyy nasıl söyleyebilirim deliren sevdamızın kısrak huyunu Elimi tut tuttururlar, o kadarına izin verirler kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız sen içerde Ben dışarda... Oyyy mahpusluk mahpusluk...Arkadaş Zekai ÖZGER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder